burjuvanın devletleri

 Devlet, Burjuvazi ve Hakimiyet Üzerine Derinlemesine Bir İnceleme 

lütfen öncelikle bu linki okuyunuz :

https://bilgelikyazilari.blogspot.com/2024/10/kapitalizmin-alt-sistemleri.html?m=1

《《 

DEVLET denilen yapılar bir burjuva çok boyutlu derin ve geniş yapılanması ve organizasyonu çetesinden başka nedir ki???!! bütün toplumu bu en fazla % 3 veya 5'lik bir burjuva kesimi, devlet ile tamamen kontrolüne ve hakimiyetine alıyor..!! HAKİMİYET, ULU YARATAN ALLAHINDIR." bu görüşü irdele, tahlil et...

   》》

Verilen düşünceler, hem eleştirel sosyal teori hem de siyasal teoloji açısından ele alınması gereken çok katmanlı bir meseleyi gündeme getiriyor: Devletin niteliği, burjuvazinin hâkimiyeti ve bu düzenin ilahi adaletle çelişip çelişmediği. Bu perspektifi irdelemek için, konuyu farklı yönlerden ele alalım. 


1. Devletin Doğası: Araç mı, Çete mi? 


Devlet, genellikle toplumsal düzeni sağlama amacıyla oluşturulmuş bir yapı olarak tanımlanır. Ancak eleştirel teoriler, devleti, egemen sınıfların çıkarlarını koruyan bir araç olarak görür. 


• Karl Marx’ın Görüşü: Devlet, burjuvazinin çıkarlarını temsil eden bir “baskı aygıtı”dır. Bu bakış açısına göre, ekonomik gücü elinde tutan burjuvazi, devlet aracılığıyla siyasi ve ideolojik üstünlük kurar. 


• Tahlil: Eğer devlet, yalnızca burjuva sınıfının çıkarlarını koruyorsa, bu durumda devletin demokratik temsil iddiası, sadece bir yanılsamadan ibaret olabilir. Bu da, devletin bir "çete" olarak nitelendirilmesine zemin hazırlar. 


2. Burjuvazinin Hâkimiyeti: Azınlığın Egemenliği 


Burjuvazi, üretim araçlarını kontrol eden sınıf olarak toplumsal düzenin ekonomik temellerine hâkimdir. Bu kontrol, siyasal ve kültürel alanlara da yayılır. 


• Antonio Gramsci’nin Hegemonya Kavramı: Burjuvazi, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda ideolojik bir üstünlükle toplum üzerinde hâkimiyet kurar. Eğitim, medya ve hukuk sistemi gibi kurumlar bu hâkimiyetin araçlarıdır. 


• Eleştirel Sorular: Eğer toplumun büyük çoğunluğu, burjuvazinin çıkarlarına hizmet eden bir düzenin içinde yaşıyorsa, bu durum toplumsal adaletle nasıl bağdaşır? Ve bu adaletsizlik, hakiki bir hakimiyetin yani ilahi adaletin önündeki en büyük engel değil midir? 


3. Siyasal Teoloji: Hakimiyet Allah’ındır 


“Hakimiyet, ulu yaratan Allah’ındır” ifadesi, devleti ilahi bir adalet anlayışıyla karşılaştırır. Bu, siyasal teolojinin temel sorularından birini gündeme getirir: İnsan yapımı sistemler, ilahi düzenle nasıl ilişkilendirilmelidir? 


• İslam Düşüncesinde Egemenlik: İslam’a göre, egemenlik, insanlara ait değil, Allah’a aittir (Hüküm yalnız Allah’ındır). Ancak bu egemenlik, insanlar arasında adaleti ve hakkaniyeti sağlamakla yükümlü bir yönetim sistemiyle tezahür eder. 


• Tahlil: Eğer devlet, burjuva sınıfının çıkarlarını koruyan bir araç haline geldiyse, bu durum ilahi adalet ilkesine aykırıdır. Zira Allah’ın hâkimiyeti, adaleti tesis etmeyi ve tüm insanlara eşit yaklaşmayı gerektirir. 


4. Devletin Meşruiyeti ve Toplumun Katılımı 


Bir devletin meşruiyeti, yalnızca bir sınıfın değil, tüm halkın çıkarlarını temsil etmesine dayanır. Ancak burjuvazinin hakimiyetinde, bu meşruiyet sorgulanır. 


• Jean-Jacques Rousseau’nun Toplum Sözleşmesi: Rousseau, halkın egemen olduğu bir yönetim modelini savunur. Devlet, halkın ortak iradesini temsil ettiği sürece meşru olabilir. Ancak burjuvazi, bu iradeyi gasp ettiğinde devletin meşruiyeti tartışmalı hale gelir. 


• Sonuç: Halkın katılımı olmaksızın, devletin burjuvazinin bir “çetesi” olarak görülmesi kaçınılmazdır. 


5. Adalet ve İlahi Hâkimiyetin Önemi 


Burjuva hâkimiyeti altında, toplumsal adalet sağlanamaz. Çünkü burjuvazi, kendi çıkarlarını toplumun genel menfaatlerinin önüne koyar. İlahi adalet anlayışı ise, adaletin yalnızca güçlülerin değil, zayıfların da hakkını koruyarak tesis edilmesini gerektirir. 


• Adaletin Ölçütü: Hz. Ömer’in şu sözü önemlidir: “Adalet mülkün temelidir.” Eğer devlet adil değilse, bu düzenin ilahi hâkimiyetle bağdaşması mümkün değildir. 


6. Toplumsal Direniş ve Alternatif Arayışlar 


Eğer devlet burjuvazinin bir çetesi haline gelmişse, halkın bu düzene karşı direnmesi kaçınılmazdır. Bu direniş, alternatif bir yönetim modeli arayışını beraberinde getirir. 


• Alternatif Modeller: Sosyalizm, halkçı demokrasi veya teokratik düzenler, bu hâkimiyetin yerine başka bir adalet anlayışı koymayı hedefler. Ancak bu modellerin her biri, kendi içinde yeni sorunlar yaratabilir. 


• Tartışma: Burjuva düzeninin yerine hangi model, ilahi adalete en uygun yönetim biçimini sunabilir? 


7. Devlet, İktidar ve İnsanlık Değerleri 


Burjuvazinin hâkim olduğu bir devlet, yalnızca bir sınıfın çıkarlarını korumakla kalmaz, aynı zamanda diğer sınıfların insanlık değerlerini de aşındırır. Bu, toplumun etik ve ahlaki temelini zayıflatır. 


• Etik Perspektif: Eğer devlet, yalnızca ekonomik çıkarlarla tanımlanıyorsa, toplumsal ahlak ve insani değerler nasıl korunabilir? 


8. Sonuç: İlahi Adalet ve İnsan Merkezli Devlet 


Sonuç olarak, bir devletin adil olup olmadığı, yalnızca ekonomik sınıflar arasındaki güç dengesine değil, ilahi adalet anlayışına uygunluğuna da bağlıdır. Eğer hakimiyet Allah’ınsa, bu hâkimiyetin devlet yapısında da yansıması gerekir. Bu, sadece bir sınıfın değil, tüm toplumun çıkarlarını gözeten bir yönetim anlayışı gerektirir. 


• Bilgelik Sözü: “Adalet, bir hükümetin değil, tüm insanlığın vicdanıdır.” (James Madison) 


Bu bakış açısı, burjuvazinin sınırlı hakimiyetini reddeder ve devletin insanlık adına daha kapsayıcı ve adil bir rol üstlenmesi gerektiğini savunur.


🌸🐢🐈🦋🦜🫒🌳🍇🐞🌺🌻🍃🐋☀️🌿🍁☘🫒🍎🐝⚘🦌🌹🐈🌿🐝🦌🐈🦋🫒🦜🐓


İnsanlığın Firavunî Düzeni ve Kölelik Çarkları 


Mevcut dünya düzeni, insanlık onurunu ve özgürlüğünü hiçe sayan, bir avuç zalim sınıfın çıkarlarına hizmet eden bir tahakküm sisteminden başka bir şey değildir. Bu düzen, insanın emeğini, kaynaklarını ve haklarını gasp ederek, onu yalnızca maddi bir araç olarak kullanmayı hedefleyen bir kölelik çarkıdır. Bu çarkın dönmesini sağlayan, nüfusun en fazla yüzde üç ila beşini oluşturan burjuva kapitalist sınıfıdır. Bu sınıf, insanları hem zorbalıkla hem de ideolojik yöntemlerle kendi düzenlerine mahkûm etmiş, insanlık tarihindeki en büyük zulüm sistemlerinden birini inşa etmiştir. 


Firavunî düzenin temelinde, insanı maddi ve manevi olarak sömüren bir anlayış yatar. Bu sınıf, yalnızca ekonomik anlamda değil, zihinsel ve ruhsal düzeyde de insanları köleleştirmiştir. İdeolojik endoktrinasyon yoluyla bireyleri kendi düzenlerine biat etmeye zorlamış, insani değerleri ve erdemleri unutturmuştur. İnsanlar, bu düzen içinde çalışmaya mecbur bırakılmış, adeta birer makine parçasına dönüştürülmüştür. Bu durum, yalnızca bireysel özgürlükleri değil, insanlığın ortak vicdanını da derinden yaralamıştır. 


Bu düzenin asıl trajedisi, insanın zihnen ve ruhen şeytanlaştırılarak, varoluşsal anlamını kaybetmesidir. İnsanı yalnızca bir üretim aracına indirgeyen bu sistem, onun manevi boyutunu tamamen göz ardı ederek, onu hem ruhsuz bir birey hem de itaatkâr bir köle haline getirmiştir. İnsanlık, bu düzen içinde yalnızca emek gücü değil, aynı zamanda iradesini ve ahlakını da kaybetmiştir. Burjuva sınıfı, bu kölelik sistemini sürdürmek için hem fiziksel hem de zihinsel baskı yöntemlerini ustalıkla kullanmaktadır. 


Bu düzeni ayakta tutan yalnızca zalimler değildir; aynı zamanda bu düzene biat eden, itaat eden ve kendi özgürlüğünü ve değerlerini hiçe sayarak bu çarka hizmet eden milyonlardır. İnsanlık, bu düzenin zalimlikte yalnızca uygulayıcıları değil, aynı zamanda ortaklarıdır. Zulme sessiz kalmak ve bu düzene bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmek, insanı da zalimin bir parçası haline getirir. Büyük Deccal’in ve tiranların çarkında gönüllü birer dişliye dönüşen bireyler, bu düzenin devam etmesine katkıda bulunmaktadır. 


Zorbalık ve kölelik düzenine karşı çıkmanın ilk adımı, insanın zihinsel ve ruhsal anlamda özgürleşmesidir. Ancak özgürlük, yalnızca fiziksel bir zinciri kırmakla elde edilemez; insanın önce kendi zihin ve ruhundaki zincirleri kırması gerekir. İnsanın vicdanı, adalet duygusu ve erdemleri yeniden canlandırılmadan bu düzenin yıkılması mümkün değildir. Firavunî düzenin çarklarını durdurmanın yolu, insanın önce kendini tanıması ve kendi özgürlüğünü sahiplenmesidir. 


Burjuva kapitalist sınıfının dayattığı bu düzen, yalnızca bir ekonomik sistem değil, aynı zamanda bir ideoloji ve yaşam biçimidir. İnsanlar, bu düzenin adaletsizliğini yalnızca görmekle kalmamalı, aynı zamanda onunla yüzleşmelidir. Her birey, bu sistemin bir parçası olup olmadığını sorgulamalı ve kendi rolünü yeniden değerlendirmelidir. Çünkü insanlığın kurtuluşu, yalnızca bireysel ve toplumsal bir bilinçlenme hareketiyle mümkündür. 


Sonuç olarak, bu zulüm düzeni, insanlığın ortak vicdanını yeniden uyandırarak ve adalet duygusunu tekrar inşa ederek yıkılabilir. Zalimlere karşı durmak, yalnızca bir başkaldırı değil, aynı zamanda insan olmanın gereğidir. Her birey, kendi vicdanında bu düzenle savaşmalı ve kendi özgürlüğünü kazanarak, insanlığın kurtuluşuna katkıda bulunmalıdır. Çünkü hakikat, ancak zalimlerin ve köleliğin reddiyle, özgürlüğün ve adaletin kabülüyle yeşerebilir.


🌸🐢🐈🦋🦜🫒🌳🍇🐞🌺🌻🍃🐋☀️🌿🍁☘🫒🍎🐝⚘🦌🌹🐈🌿🐝🦌🐈🦋🫒🦜🐓


1. Toplumsal Sistemlerin Bilinçle Olan İlişkisi 


Toplumsal düzenler, insan zihninin ortak bir yansımasıdır. İnsanlık tarihi boyunca sistemler, insanların bireysel ve kolektif bilinç düzeyine göre şekillenmiştir. Bu bilinç düzeyi, etik değerlerden, ahlaki ilkelerden, bireysel algılardan ve kolektif eylemlerden beslenir. Aristoteles’in "Bir toplumun ahlakı, bireylerinin ahlakından başka bir şey değildir." sözü, bu durumu açıkça ifade eder. İnsanların iç dünyasındaki düzen, dış dünyadaki düzenin temel taşıdır. 


2. Küresel Sistemlerin Evrensel Bilinçle Uyumu 


Küresel düzenler, bireylerin bilinçlerinin küresel ölçekteki bir ortalamasını temsil eder. Bu nedenle, bireysel bilinçteki değişimler, küresel sistemlerin dönüşümünü de beraberinde getirir. Ancak bu dönüşüm, çoğu zaman yavaş ve sancılı bir süreçtir. Carl Jung, "Dünyayı değiştirmek isteyen önce kendisini değiştirmelidir." diyerek, bu dönüşümün bireysel bilinçten başladığını vurgular. 


3. Bilinç Düzeyinin Toplumlar Üzerindeki Etkisi 


Bir toplumun işleyişi, bireylerin bilinç düzeyleriyle paralel ilerler. Bilinç düzeyi yüksek bireyler, adil ve kapsayıcı sistemler oluştururken; düşük bilinç düzeyine sahip toplumlar, adaletsiz ve çatışmacı sistemlere daha yatkındır. Platon’un "Bilgeliğin yönetmediği toplumlarda kaos hüküm sürer." sözü, bilinç düzeyinin toplumsal düzen üzerindeki belirleyici rolünü açıklar. 


4. Bireysel ve Kolektif Sorumluluk 


Her birey, kendi bilinç düzeyi ile toplumsal sistemlere katkıda bulunur. Bu sorumluluğun farkında olan bireyler, toplumun dönüşümünde kilit rol oynar. Mevlânâ’nın "Dünya bir aynadır; sen neysen o da odur." ifadesi, bireyin içsel dönüşümünün toplumsal yansımasını gözler önüne serer. 


5. Bilinç Devrimi ve Toplumsal Dönüşüm 


Toplumsal sistemlerin değişimi, ancak bir bilinç devrimiyle mümkündür. Bu devrim, bireylerin kendi içlerinde başlattıkları farkındalık ve aydınlanma süreciyle başlar. Gandhi’nin "Dünyada görmek istediğin değişimin kendisi ol." sözü, bireyin dönüşümdeki rolüne dikkat çeker. 


6. Kültürel ve Tarihsel Etkiler 


Bir toplumun bilinç düzeyini belirleyen unsurlar arasında kültür ve tarih de önemli bir yer tutar. Kültürel normlar ve tarihsel olaylar, bireylerin bilinçlerini şekillendirir ve dolaylı olarak toplumsal düzenleri etkiler. Nietzsche’nin "Tarihi bilmeyen, bugünü anlamaz." sözü, geçmişin toplumsal bilinç üzerindeki etkisini vurgular. 


7. Bilinç Düzeyindeki Çelişkiler ve Krizler 


Toplumların bilinç düzeylerindeki çelişkiler, krizlere ve çatışmalara yol açabilir. Bu krizler, yeni sistemlerin doğmasına zemin hazırlayabilir. Hegel’in "Çatışma, gelişimin itici gücüdür." sözü, krizlerin toplumsal dönüşümdeki önemini anlatır. 


8. Bilgelik ve Sürdürülebilir Gelecek 


Sürdürülebilir bir gelecek, bireylerin bilgelik seviyesinin artmasıyla mümkündür. Bilgelik, bireysel ve toplumsal dönüşümün merkezindedir. Lao Tzu’nun "Bilge insan, kendini bilir; bu yüzden başkalarını da anlar." sözü, bireyin kendi bilinç düzeyini artırmasının topluma katkısını dile getirir. 


Sonuç olarak, toplumsal düzenler, insan bilincinin bir yansımasıdır. İnsanlarda köklü bir bilinç değişimi olmadan, toplumsal sistemlerin dönüşümü mümkün değildir. Her bireyin kendi iç dünyasında başlatacağı değişim, küresel ve yerel ölçekte yeni bir düzenin habercisi olacaktır.


🌸🐢🐈🦋🦜🫒🌳🍇🐞🌺🌻🍃🐋☀️🌿🍁☘🫒🍎🐝⚘🦌🌹🐈🌿🐝🦌🐈🦋🫒🦜🐓


"Hiç kimse sistemin bütünsel adaletsizliğine ve zalimliğine itiraz edip vurgu yapmıyor.

herkes mevcut kapitalizm zulüm, sömürü ve gasp düzeni içerisindeki konumunun haksızlıklarına itiraz ediyor.

işte bütün toplum bu bencillik ve beyinsizlikten dolayı topyekün kahroluyor."


Kapitalizmin Adaletsizliği ve Toplumsal Körlük 


Günümüz toplumlarının en büyük çelişkilerinden biri, bireylerin adalet ve hakkaniyet taleplerinde samimi olmamalarıdır. Kapitalizmin sistematik bir zulüm düzeni olduğu, yalnızca bir azınlığın değil, tüm insanlığın aleyhine çalıştığı bilinse de, insanlar genellikle bu düzenin bütününe değil, yalnızca kendi çıkarlarına dokunan adaletsizliklere itiraz eder. Bu yaklaşım, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde ciddi sonuçlar doğurur ve toplumun bütünsel bir çöküşe sürüklenmesine yol açar.


“Adalet, mülkün temelidir.”

(Hz. Ömer)

Kapitalizm, özü itibarıyla mülkiyetin ve servetin belirli bir azınlık tarafından kontrol edilmesine dayanır. Bu düzen, adaletin temel ilkelerini çiğnerken, bireylere sahte bir özgürlük ve fırsat eşitliği yanılsaması sunar. Ancak insanlar, sistemin köklü adaletsizliğine karşı çıkmak yerine, yalnızca kendi bireysel mağduriyetlerine odaklanır. Bu yaklaşım, toplumsal dayanışmayı ve ortak mücadeleyi zayıflatarak kapitalizmin kendini yeniden üretmesini sağlar.


“Bencillik, toplumu çözümsüzlüğe mahkum eder.”

(Jean-Jacques Rousseau)

Bencillik, bireylerin yalnızca kendi hak ve çıkarlarına odaklanmasına neden olur. Kapitalizm, bu bireyselcilik anlayışını teşvik ederek insanların kendi dertleriyle meşgul olmalarını ve sistemin genel adaletsizliğini görmezden gelmelerini sağlar. Oysa bireysel mağduriyetler, sistemin bütünsel adaletsizliğinin yalnızca birer yansımasıdır. İnsanlar bu gerçeği kavrayamadıkları için, kolektif bir bilinç oluşturup sisteme karşı birlikte mücadele edemezler.


“İnsan, başkasının acısına kör olduğunda kendi çöküşünü hazırlar.”

(Albert Schweitzer)

Toplumsal bencillik, yalnızca kapitalizmin devamını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda insanların birbirine olan empati duygusunu da zayıflatır. Başkalarının yaşadığı adaletsizliklere karşı duyarsızlaşan bir toplum, zamanla kendi acılarına da duyarsız hale gelir. Bu durum, bireylerin yalnızlaşmasına, toplumsal bağların zayıflamasına ve nihayetinde toplumun topyekün bir çöküş yaşamasına neden olur.


“Zulme rıza göstermek, zalimliktir.”

(Hz. Ali)

Kapitalizmin zulüm düzeni, yalnızca sistemi yönetenlerin değil, ona rıza gösterenlerin de eseridir. İnsanlar, mevcut düzenin adaletsizliklerini eleştirmek yerine, bu düzenin içinde kendilerine bir yer bulmaya çalışır. Oysa bu tutum, sistemin zalimliğine ortak olmak anlamına gelir. Toplumlar, bu ortaklık yüzünden zulüm düzeninden kurtulamaz ve adaletsizlik daha da derinleşir.


“Hakikati gören, artık sessiz kalamaz.”

(Martin Luther King Jr.)

Kapitalizmin bütünsel adaletsizliğini görmek, bir bireyin yalnızca kendi hakları için değil, tüm insanlık için adalet talep etmesini gerektirir. Ancak bu hakikati görüp dile getirenler azınlıkta kalır. Çoğunluk, ya korkudan ya da bencillikten dolayı sessiz kalmayı tercih eder. Sessizlik ise adaletsizliğin en büyük destekçisidir.


“Toplumlar, sustukları zulümlerle de yargılanır.”

(Bertolt Brecht)

Kapitalist düzen, yalnızca güçlülerin değil, güçsüzlerin sessizliğiyle de varlığını sürdürür. İnsanlar, sistemin genel adaletsizliğine itiraz etmedikçe, bu düzenin bir parçası olmaya devam eder. Toplumlar, yalnızca kendi çıkarlarını düşünen bireylerin çokluğu nedeniyle büyük felaketlerle yüzleşir.


“Birlikte hareket etmeyenler, birer birer kaybolmaya mahkumdur.”

(Friedrich Engels)

Kapitalizmin adaletsizliği, bireysel çabalarla değil, kolektif bir mücadeleyle ortadan kaldırılabilir. Ancak insanlar, kendi bireysel mağduriyetlerine odaklandıkları için, bu kolektif bilinci oluşturamazlar. Oysa sistemin değişmesi, yalnızca birlikte hareket etmekle mümkündür. İnsanlar, bu gerçeği kavramadıkça, kapitalizmin kölelik düzeni devam edecektir.


“Adalet, yalnızca herkes için talep edildiğinde anlam kazanır.”

(Tolstoy)

Kapitalizmin adaletsiz düzeni, bireylerin yalnızca kendi haklarını değil, tüm insanlığın haklarını savunmasını gerektirir. Adalet, ancak bu şekilde sağlanabilir. İnsanlar, kendi çıkarlarını bir kenara bırakıp toplumsal bir bilinç oluşturmadıkça, kapitalizm gibi zalim düzenler varlığını sürdürecektir.


Sonuç: 


Kapitalizmin zalim düzeni, yalnızca sistemin yöneticilerinin değil, bu düzene sessiz kalan bireylerin de eseridir. İnsanlar, bencilliklerini ve körlüklerini aşmadıkça, bu adaletsizlik ve zulüm düzeni varlığını sürdürmeye devam edecektir. Toplumların kurtuluşu, bireylerin kendilerini aşarak ortak bir bilinç ve dayanışma içinde hareket etmesiyle mümkündür. Adalet talebi, yalnızca bireysel değil, evrensel bir mesele olarak ele alınmalıdır.


🌸🐢🐈🦋🦜🫒🌳🍇🐞🌺🌻🍃🐋☀️🌿🍁☘🫒🍎🐝⚘🦌🌹🐈🌿🐝🦌🐈🦋🫒🦜🐓



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

💥kapitalizmin alt sistemleri

burjuva dünyası

⭐🌻🌾🍃 müstakil tek katlı bahçeli evler modeli 🍀☘🍃🌿🌴🐝